18 Ekim 2017 Çarşamba

Hey Kimsin Sen?




En iyisi olmak için tonla sınava giriyorsun. İyi bir ilkokul, iyi bir lise, iyi bir üniversite, iyi bir iş, iyi bir yüksek lisans programı, daha iyi bir iş, iyi bir doktora programı, daha da iyi bir iş… Çok yoruldun? Akademik dünya daha mı insancıl? Ya da kendi işinizi mi kursan? Tüm bunlar olurken tam gaz devam etmesi gereken bir sosyal yaşam; sanata ve spora mümkün olduğu kadar profesyonelce zaman ayırmak lazım tabi,  Sahi zaman 24 saat değil mi? Evet, herkesin 24 saati var ama tüm farklı olma çabalarına rağmen herkesin çok benzer hayatlarına kaç puan verirsin?

Hadi gel seninle bir gününe bakalım….
 Sabah 7:20. Iphone’unuzun çalar saati ile uyanıyorsun.  5 dakika daha erteliyorsun alarmı. İkinci alarmdan sonra nihayet uyanıp, banyoya gidiyorsun. Sensodyne marka diş macunu ile dişlerinizi fırçalayıp, Loccitane ile ellerinizi nemlendiriyorsun. Starbucks’tan bir Kahve ile ofise geçiyorsun. Bazende  daha sağlıklı olması açısından light müsli ya da bugün detoks yapmaya karar verdin juice alıyorsun. Ofise geldiniz. Macbookunu açtın, bilgisayar değil, bak macbook; mendil değil selpak gibi MacBook…
 Bir dakika bir dakika! Arkadaşınız, Zorlu’daki müzikale bilet almıştı bu akşam için akşama planda hazır. 11:00’deki toplantıya yetişmek üzere yukarı çıkıyorsunuz. Toplantı nihayet bitti. Öğlen hızlıca Standartta mı? Big Cheffte mi ?Ojinde mi ?bir yemek yiyorsun. Yemek sonrası Türk kahvesi olmadan olmaz. Plazanın önündeki büfede içeceksin.  Türk kahvesi şirkette de var ama kimse yüzüne bakmıyor değil mi?
Saat 16:00 Kan şekeriniz düştü, tatlı saati! Donut mı sipariş etseniz?
Jennifer Lawrence son filmi vizyona giriyormuş. Cinemaximum’da karar kıldınız. Fiyatları daha yüksek ama Gsm operatörünüzün Platinium üyelik ayrıcalıkları dünyasından vazgeçemiyorsun değil mi ne de olsa sana kendini özel hissettirmek için elinden geleni yapıyor hem rakip firmanın Red Tarifeli hattı da şirket hattın.
Ofisten çıktınız. Kız arkadaşını bekliyorsun, beklerken cep telefonunuzdan maillerinize, bildirimlere bir göz atıyorsun. Evet bugün 33 defa falan bakmış olabilirsin. 34.kez bakmana rağmen hâlâ dikkatinizi çekmeyen reklam mesajları var. Keşke Whatsapp’ın okundu bildirimi gibi, bu tarz reklam mail/mesajlarında da “Okunmadan silindi” seklinde bir bildirim gitse mesajı gönderenlere.
Kızlarla buluştunuz. Zorlu’ya geldiniz öncesinde bir Eatly mi yapsanız nasıl olur. Gösteri sonrası herkes Braoadwaydaki sahne ile karşılaştırıyor değil mi kimse de hoşnut kalmadı gösteriden. Neyse bir gün daha biter ve senin bütün farklı olma çabalarına rağmen hayat her gün herkes gibi böyle akıp gider…

30 Eylül 2017 Cumartesi

BACK TO SCHOOL DÖNEMİNİ FIRSATA ÇEVİREN MARKALAR

SAY TELL THE KİDS THAT BRANDS BACK TO SCHOOL

Okula dönüş kampanyaları markalar için bir fırsat haline geldi. Doğru öngörü ve pazarlama hamleleriyle yapılan hareketler markaların satışlarında oldukça büyük artışlara neden oluyor.
Okula dönüş kampanyasının başarılı olmasının ilk koşulu havayı iyi koklamaktan geçiyor. Bunu bilen markalar hedef kitlesinin ilgisini çekmek beklentilerini karşılamak için kıyasıya rekabete giriyor.

BACK TO SCHOOL ZAMANI ÇOCUKLARIN MARKALARDAN BEKLENTİLERİ

Okul çağındaki çocuklar moda ve popülerliğe dikkat ederken ebeveynler ekonomik olması ve ihtiyacı karşılamasını önemsiyor. Okula dönüş kampanyaları hem çocukları hem de ebeveynleri aynı noktadan yakalayabildiği ölçüde başarılı oluyor.
Çocuklar okula dönüş döneminde ihtiyaç duydukları şey: Okula aidiyet duymalarını önleyecek kaygılardan kurtulmak. Günümüz tüketim toplumunda çocukların ihtiyaç duydukları en önemli şey, ihtiyaçlarının tam karşılanması ve sosyal çevrelerinde kabul görmektir. Çocukların bu ihtiyaçlarının eksiksiz karşılanması okul döneminde çocukların kaygılarını azaltıyor.

GLOBAL MARKALAR NELER YAPIYOR?

İhtiyaçlar yaşam tarzları ve talepler ülkelere göre değişiklik gösterdiğinden global markalar okula dönüş kampanyalarında genel bir reklam stratejisi izlemektense her bölgenin iç dinamiklerini dikkate alan kampanyalar üretiyor. Apple bu sene bu noktada güzel bir kampanya başlattı 17 Ekim'e kadar devam ediyor. Geçtiğimiz senelerde yerli markalardan Casper, "Çocuklara okula dönüş hediyeleri Casper'den diyerek çocukların ve gençlerin ilgilerini çekebilecek dijital bir kampanyaya imza atmıştı. Düzenlediği kampanya ile çocuklara bilgisayar ve yazıcı hediye eden marka satın almaya eğilimli kitleninde sempatisini kazanmış hedef kitleye doğrudan ulaşmıştı.

Maximum kart indirim ve taksitlendirme avantajlarıyla, okula dönüş kampanyasında varlığını doğrudan ilan etmişti. TTNet de başarılı bir kampanya ile bu akımın içinde yer almıştı. markalar bu dönemi okul dönemi öğrencilerinin beklentisi doğrultusunda kampanyalarına yansıtıyor.

23 Mart 2017 Perşembe

2016 Yılının EN Sevileni Ziraat Bankası


Ziraat Bankası, MediaCat-Ipsos iş birliğiyle gerçekleştirilen Türkiye'nin Lovemarkları 2016 Araştırması kapsamında, bankacılık kategorisinde birinci seçilerek Türkiye’nin en sevilen banka markası oldu.
Kategori birincilerinin ödüllerine kavuştuğu Brand Week İstanbul 2016'da gerçekleştirilen ödül töreninde Ziraat Bankası adına ödülü alan Kurumsal İletişim Bölüm Başkanı Ali Kırbaş aldı.
Kurumsal İletişim Bölüm Başkanı Ali Kırbaş , 2012 yılında değişen marka vaatleriyle olduğu gibi müşterilerine daha fazla hizmet sunma gayreti içerisinde olduklarını vurguladı ve sözlerini devam ettirdi.

"Geldiğimiz aşamayı asla son nokta olarak kabul etmiyor, her yeni güne bugün ülkemiz ve müşterilerimiz için daha fazlasını nasıl yaparız diye uyanıyoruz. 153 yıllık bir markayı konumlandırırken elbette çok özenli olmamız gerekiyor. Hem 153 yılın verdiği olgunluğu taşıyacaksınız, hem de sektörün gerektirdiği dinamizmi yansıtıp, bunu da en güzel şekilde anlatacaksınız. Bugüne kadar bu kurguyu banka olarak pazarlama iletişiminde en doğru şekilde yönettiğimizi düşünüyorum."

Ziraat Bankası "Bir Bankadan Daha Fazlası" olduğu bu yolda başarılarına her geçen gün bir yenisini ekliyor.

17 Kasım 2015 Salı

Tüketicilerin Satın Alma Davranışları

Tüketicilerin satın alma davranışına yönlendiren etkenler, pazarlamacıların yıllardır üzerinde çalıştığı konudur. Binlerce yapılmış ampirik araştırmalara rağmen tüketicilerin satın alma davranışlarındaki eğilimler çoğu zaman bulunamamıştır. Hepimiz birer tüketiciyiz ve çoğu zaman yaptığımız satın alma kararlarımızın nedenlerini bizlerde bulamıyoruz. Bunun nedeni çoğu satın alma kararımızın dürtüsel oluşundan kaynaklı olması. İnsanlar davranışlarının %90’ını otomatik pilotta gerçekleştirir. Çoğu bilinçli aldığını sandığı kararlarda bile bilinçaltının kolektif datasını kullanır.Bir şey satın alacağımız zaman mantıklı karar verebileceğimizi düşünürüz. Alacağımız ürün hakkında bir araştırma yapmamış ve o ürünün alternatifleri hakkında bilgi sahibi olmasak dahi en doğru ürünü alabileceğimize inanırız. Aslında durum hiç öyle değildir satın alma davranışlarımızı oluşturan çoğu zaman duygularımızdır. Pazarlamacılarda buna uygun pazarlama stratejileri geliştirip anlam veremediğimiz satın alma davranışlarımıza neden oluştururlar. Süper marketlere girdiğimizde fırından yeni çıkmış poğaça kokuları, marketin havalandırmasından gönderilirken biz tüketiciler efsunlanmışçasına elindeki alışveriş listesini unutup ihtiyacı olmayan bir dolu ürünle marketten ayrılırız. Çoğu kez belli bir şey için gittiğimiz marketten alacağımızın dışında bir dolu şeyle ayrılmışızdır işte bunlar hep pazarlamanın bir parçasıdır.
Müşterilerinin satın alma deneyimlerini bazen onu yaratan markalarda anlayamayabiliyor. Tıpkı Unilever’ın şampuanında yaşadığı deneyim gibi tesadüf eseri tüketicileri yönlendirmiş olabiliyorlar. Geçtiğimiz senelerde Unilever firmasının üretim bandında gerçekleşen bir hata sonrasında sıkıntılı bir süreç yaşadı. Firma yeni çıkan bir ürününün etiketindeki ufak bir hata sonucu, ürünün “İçindekiler” kısmına X-Factor adlı ürünün içinde bulunmayan bir maddenin ismi ekledi.  Ardından ürün piyasada yer almasından, kısa bir süre sonra Unilever bu yanlışlığı fark etti ve yeni piyasaya süreceği ürünlerden bu maddeyi çıkarttı. Ancak ne oluyorsa bundan sonra oldu. X- Factor yazısı çıkarıldıktan sonra, firmaya e-postalar, mesajlar, telefonlar yağmaya başlıyor. Müşteriler kullandıkları ürün içerisinden X-Factor bileşeni çıkarıldıktan sonra saçlarının eskisi kadar canlı olmadığını, solgun göründüğünü dile getirerek Unilever Firması’nın ürünün içeriğini tekrar değiştirmeleri gerektiğini dile getiriyorlar. Hatta bu isyan o kadar büyük boyutlara ulaşıyor ki firmanın bu konu ile ilgili yapılan yanlışlığı dile getirdiği yazılı açıklamaya rağmen şikâyet dinmiyor. Bunun üzerine Unilever Firması çözüm olarak bu “hayali” bileşeni ürüne tekrar ekliyor.
Satın alma eğilimlerimiz birçok değişkene bağlı olabiliyor. Crocs ayakkabıları ilk piyasaya çıktığında, çok kötü bulmuş hayatta kullanmam demiştim. Ancak bir zaman sonra bu ayakkabıları ayağımda buldum. Benim gibi düşünen birçok arkadaşımda benzer durumun içinde olmuştu. Beni bu ürünü satın almaya iten davranış, beynimde ki ayna nöronlardı. Ayna Nöronlar;  gördüğümüz ya da düşündüğümüz bir şey sonrasında oluşan hissiyatımızdan sorumlu damarlardır. Ayna nöronlarımız duygu ve aksiyonlarımızı başkasında gördüklerimizden kopyalar. Bu yüzden de bilinçaltımızda bazı reklamları görünce tetiklenir. Trendler ayna nöronlar sayesinde oluşur.
Lindstrom yaptığımız satın almalarda kararlarımızın çoğunun aslında bilinçli olmadığını ve karar verme süreçlerimizde rasyonelliğin bir nebze olmakla birlikte çok düşük oranlarda (% 10 civarında) olduğunu savunuyor. İnsanlar duygularına göre karar verip sonra bunu rasyonelize etmeyi tercih ederler. Biz ne kadar rasyonel olduğumuza inansak da, pazarlamacılar satın alma kararlarımızdaki duygularımızla bizi etkileyerek satın alma davranışlarımıza yön veriyor.

ESRA TÜRKAL
Kaynakça, Lindstorm Martin, Buy-ology, Optimist 2012 Yayınları

20 Haziran 2015 Cumartesi

Pazarlama'da "Concepting"

Pazarlamanın evrimindeki son nokta “Concepting

Markalaşma kavramı tüm Dünyada 80’li yıllarda küreselleşmenin başlamasıyla birlikte var olmuştur.Küreselleşme markalaşma kavramını ortaya çıkarmış bir evrimleşmedir.
1930’lu yıllar öncesi Dünya’da önemli olan tek bir kavram vardı o da Üretim. Bir ürünü fabrikada üretmek, hele bunu belirli bir kalite düzeyinde üretebilmek, erişilmesi o kadar zor bir hedefti işte o yıllarda markalaşma ve üretilen bir ürüne bir markanın ismini düşünmek kimsenin aklına bile gelmiyordu.Asıl olan üretebilmekti; piyasada nitelikli ürün o kadar azdı ki ismi ne olursa olsun, üretilen her şey satılıyordu. Marka isimi o zamanlar en son sıralarda gelen bir ayrıntıydı. O yılların görüşü "Ne üretirsem onu satarım" düşüncesine dayanıyordu. Bu anlayışı Henry Ford'un (Ford Otomobil Sanayinin Kurucusu) : "Tüketiciler siyah olmak koşuluyla istedikleri arabayı seçebilirler deyişi güzel özetlemektedir.
1930’lu yıllarda ki Büyük Buhran sonrası, üretim anlayışısatış anlayışına doğru evrimleşti. Kriz sonrası işletmeler için artık "üretmek" değil üretilen malları "satmak" en büyük sorun halini almıştı. Satış anlayışı döneminde "Ne üretirsem onu satarım" düşüncesi, yerini "Neyi, ne kadar satacaksam o kadar üreteyim" düşüncesine bırakmıştı.
Günümüzde gelişen sanayi ve teknoloji ile birlikte satış anlayışı yerini “Modern Pazarlama” ya bırakmıştır. Modern pazarlama ise her gün hızla dönüşmektedir.
Philip Kotler 1956’da 4P-Product (Ürün), Price (Fiyat), Place(Yer, dağıtım), Promotion (Promosyon, İletişim, Tanıtımsıralanması ile modern pazarlama anlayışının temellerini attığında günümüzdeki pazarlama anlayışını da oluşturmuştu ancak bu kadar hızlı değişebileceğini tahmin etmemiş olmalıydı.
Değişimi yoğun olarak yaşadığımız bu çağda önünde yüzlerce çeşit ürün olan tüketicinin algısındaki değerinizi korumak ve hayatta kalmak artık çok zorİşletmeler hayatta kalmak için birçok yöntemi denediler.
Günümüzde karşı konulamayan hız karşısında artık ürün yatırımlarının bile tüketici tercihlerini güçlendirmediği bir noktadayız. Geçtiğimiz yıllarda inovasyonun gizli sırrını keşfeden firmalar sundukları ürünlerle, tüketicinin ürünlere dair beklentileri doygunluk noktasına ulaştırdı. Sürekli olarak “yeni, yenilenmiş ürün ” ile göstermelik ürün inovasyonları sunarak tüketicilerin dikkatini çekip, yeni talepler yaratmaya çalışan firmalar artık çalışmalarının sonuçlarını alamaz oldu.
İnovasyon sonrası pazarlama dünyası yeni bir kavramla çalkalanıyor;“Concepting

Küreselleşen Dünyada tüketiciler arasında keskin sosyo-demografik ayrımlar yapmak çok zor. Bu nedenle müşterilerinizi spesifik bir kitleye bölmek de imkânsızlaşıyor. İşte bu noktada Concepting kavramı, müşterilerinize bir dünya kurmanızı ve bu dünyaya onları davet ederek kendi marka dünyanızda yaşamanızı sağlıyor. Bu kitlenin kendi arasında paylaştıkları ortak duyguları, davranışları, felsefeleri, güdüleri, normları oluşuyor. Esasında marka kendisine taraftar ve destekçi kitlesi oluşturuyor.

Peki, Concepting nasıl işliyor. Geleneksel pazarlamadaki 4Psüreci tam tersine dönüyor diyebiliriz. İlk önce tüketiciyle iletişim kurulacak ortam, tüketicilerin ortak paylaşım duyguları, davranış kalıpları oluşturuluyor. 
Yani marka dünyası belirleniyor. Daha sonra ise dağıtım ve fiyat politikaları ortaya çıkıyor. Sadece bir coğrafyada değil tüm dünyadaki insanların davet edilebildiği bir dünyadan bahsediyoruz.

 Mesela, Apple “Think Different” derken aslında farklı düşünen, dünyayı değiştirebilme isteğine sahip, dünyada fazlalıklardan arınmış bir insan kitlesinin bir araya geldiği dünyasına bizleri davet ediyor.
Örneğin sıradan kalitede üç yıl dayanma ömrü olan Ikea, istediğiniz sıklıkta evinizin eşyalarını değiştirebilme fikrini temsil ediyor. İşte bu, satın aldığınız concept’in bir parçası.

Benetton konseptinin özünde olduğu gibi dünyayı büyük bir aile olarak algılamamız gerektiği inancı, yeryüzünde milyonlarca insan tarafından paylaşılıyor. 
The Body Shop’dahayvan dostluğunu temsil ediyor. Bu markalar önce marka dünyalarını oluşturuyor sonra bu Dünya’ya sizi takipçi olarak çekiyor daha sonra aynı felsefede yer aldığını hissiyatıyla sizin sadakatinizle taçlanıyor.
Kaynakça,
ALTUNIŞIK Remzi, ÖZDEMİR Şuayp, TORLAK Ömer, “Modern Pazarlama”, Değişim yay.2001
MUCUK İsmet, “Pazarlama İlkeleri”, Türkmen kitabevi, İstanbul 2004
KOTLER Philip, “Kotler ve Pazarlama”, Sistem yay. İstanbul 2000
TOKOL Tuncer, “Pazarlama Yönetimi”, Vipaş yay. Bursa 2001
TEK Baybars Ömer, “Pazarlama İlkeler, Global Yönetimsel Yaklaşım, Türkiye Uygulamaları”,İzmir 1999

23 Aralık 2014 Salı

İmza Marka "Komili"

Bu yazı dizisinde  kronolojik olarak Türkiyenin gerçek zenginliği olan markaların yaşam yolculuğuna çıkacağız. Bu yazı Dizisinin hazırlanmasındaki Başlıca kaynak Reklamcılık vakfı Yayınlarından çıkan TM Marka dizisi NÜkhet Vardar, El izi İletişim yayınlarına ait Kaynaktır. Düzenleyen: Esra Türkal

Komili Zeytinyağının öyküsü 1878’de Midilli Adasında başlar. O yıllarda ada Osmanlı toprağdır. Komi’li Hasan, Adada sabun ve zeytinyağı üreterek  geçimini sağlamaktadır. Aile Lozan Antlaşmasından sonra  mübadele gereği Ayvalık'a göç eder ve kuşaklar boyu süren Komili markasının öyküsü başlar.
Hasan Komili adının hikayesini şöye anlatıyor.” Aile esasında Midilli adasının Yere bölgesindedir. Yere deniz kenarındadır. Ancak Komi köyü biraz daha içeride, zeytinliklerle kaplı tepelik bir alandadır. Babamın dedesi  sürekli Komi ye gidip geldiği için Komi’li Hasan olarak bilinirmiş.Marka'nın isim hikayesi böyle başlarken markanın ürün çeşitliliği zaman içinde evriliyor.

Sahnelerde Komili Sabunları

Üretilen bütün zeytinyağları yemeklik kullanılamadığından, ayrılan kısım sabun olarak değerlendirilirmiş. İşte markanın ürün şemsiylerinden biri olan sabun sahneye doğal akış içinde çıkmış oluyor.
Markanın yaratıcısı Necmi Komili'nin Yolculuğu
 
Kalitesiz ürünle alıcıyı birkez, kendini ebediyyen kandırırsın” diyerek yola çıkan Necmi  Komili 1950 yılında Ayvalıktan İstanbula yola çıkar.
Komili 1950 yıllarında yaşanan hızlı nufüs artışı ve kentleşme sorunlarından dolayı artan talebi karşılayamaz duruma gelir. 1950 yıllarında artan talebi karşılayabilmek için margarin üretimi başlar. Bu durum zeytinyağı üretimi biraz gerilere iter çünkü zeytinyağı üretimi zahmetlidir kar elde etmek isteyen üreticiler bu noktada sahneden yavaş yavaş çekilirken. Komili piyasanın zorluklarına karşı direnmektedir.1950li yıllardaki ithal ikameci politika yüzünden o yıllarda komili ihracat teşvikleri dolayısıyla dış ticarete önem verir.
1960 yıllarında ise bütün dünyada ki tamamen emek yoğun üretimden, seri üretime yeni geçilmektedir.
İthal korumacı dönemden sıyrılan Türkiye'de yenilikçi Necmi Komili iş başındadır.
İtalyan Mazzoni firmasının beşinci müşterisi Necmi Komili olur ve ürün çeşitliliğini ve kalitesini Ülke sınırlarıyla sınırlamadan Dünya'ya açılır.
1972 yılına geldiğinde Komili zeytinyağına önem verir. Ancak o yıllarda üretimde ki en büyük sorun ambalajlamadır. Zeytinyağı kare teneke kutularda satılmaktadır ve bu kutular dışarı sızma yapmaktadır. Küçük ambalajlama yağın kalitesini daha da üşürdüğünden o da iyi bir alternatif değildir. Alternatif arayışı firmanın aklına şunu getirir.
O yıllarda Türkiye motor yağı üretiminde ivme kazanmıştır. Pazara sunulan motor yağları silindir şeklindeki teneke kutularda satılmaktaydı, bu teneke kutular otomasyonla üretiliyor ,daha ucuza mal oluyor ve sızma problemini ortadan kaldırıyordu. Komili zeytinyağını bu kutularda pazarlama fikrine sıcak baktı, herkes bunun yanlış olduğu söylemesine rağmen. Yeni tasarım logosuyla ve yeni kutusuyla ürünü bu kutularda “ Yeni Komili Altın Kutuda “ kampanyasıyla  zeytinyağını piyasaya sunan Komili büyük bir başarı elde etti. Ayrıca basın ve reklamlarda zeytinyağının içilebilecek kıvamda olduğundan da söz edilir.
 Daha o yıllarda zeytinyağının tadı ve sağlıklı oluşu önplana çıkarılır.Ambalajdaki değişiklik iletişimin gücüyle birleşince marka inanılmaz bir Pazar başarısını yakalar. 1990 yıllarına geldiğimizde Türkiye margarin pazarında küçülme eğlimine girmişti. Margarin sektöründe yer alan Unilever  1993 yılında Komili markasına ortak oldu.
1991 yılında da “Tabiatın Mucizesi” kampanyasıyla Komili zeytinyağı kendinden çok söz ettirmeye başladı.1980 li yıllarda zeytinyağı ile ilgili “zeytinyağı ağırdır, kokuludur pahallıdır” yanlış bir kanı mevcuttu. Bu bilgi eksikliğini komili Kalp ve damar doktorlarıyla işbirliği yaparak tamamladı. O yıllarda Houston Üniversitesi tarafından  zeytinyağının sağlığa yararlı olduğunu anlatan, hatta onu uzun yaşamanın sırrı olarak görenAkdeniz diyeti diye birçok bilimsel çalışma yapılmaktadır. Komili o yıllarda bu akademik yayınlara erişir, bunları Türkçeye çevirtir ve doktorlara hemşirelere yönelik geniş çaplı bir bilingilendirme kampanyası başlatır. 1992 yılında Kristal Elma ödülünü alan bugün bile çok net anımsanan “Tabiatın Mucizesi “bu kampanyası, Komili markası için dönüm noktasıdır.Marka 1993 de  Tamamen Unilever’e geçer  bu kampanya bir süre daha yayınlanır ve 1994 yılına geldiğimizde Komili ambalajları tekrar yenilenir.Tabiatın mucizesi kampanyası iki yıl sürer. Bu sürede tüketici  ve Pazar zeytinyağını iyice sever ve benimser. Pazarda ki yeni rakiplerde bu söylemden etkilenirler. Bunun üzerine Komili zeytinyağı 1995 yılında diğer markalardan ayrışmak için “Akdeniz” temasını sahiplenir. 1997 yılında Ogily imzası ile “Akdeniz” teması kullanılır. Ancak yurtdışındaki ile  Türkiyedeki Akdeniz algısı farklılığı nedeniyle Akdeniz algısı tüketicinin zihninde oturmaz ve farklı bir pazarlama kampanyasıyla reklama yeniden konumlandırır. Akdeniz dendiğinde Türk insanın aklına Antalya , Alanya gelirve zeytin bu bölgelerle bağdaşmaz. Halbuki uluslarası anlamda Akdenizin çağrıştırdığı ülkeler İspanya, Portekiz, İtalya ve Yunanistandır. Markanın yaptığı Pazar araştırmaları sonucu, tüketici gözünde gerçek zeytinyağının tatil dönüşlerinde Ege bölgesinden Kuzey Egeye otomobille geçerken yol kenarında köylülerden satın alınan dökme zeytinyağı olduğuna dair,  zeytinyağı ile ilgili yanlış bir algının olduğunu tespit eder. Bu algıyı değiştirmek amacıyla “Komili Ağacı” temalı bir pazarlama kampanyası geliştirilir bu kampanya ile özel üretime geçilir.
Ulus 29 adıyla özel zeytinyağı üretilir.Türkiyenin sahip olduğu yüzlerce değer arasından bazı değerler vardır ki yeri başkadır. Çünkü onlar Türk ekini alarak anılırlar. Örneğin Türk Lokumu, Türk kahvesi, Türk Tütünü, Türk hamamı ve Türk Zeytinyağı gibi. İşte Komili Markasıda buradan yola çıkarak Türk zeytinyağının Hikayesini devam ettirmiştir.

14 Ekim 2014 Salı

Marka Vakko


Merhaba!
Pazarlama alanındaki en çetrefilli olay Marka yaratma sürecidir. Ölçümleyemediğiniz  bir çok faktör işin içindedir. Bu yüzdende marka yaratma süreci  en zor  ve en keyiflisidir. Marka kavramı tamamen bir ilizyondur. Kesin bir formülü yoktur.Aşk gibidir Bu yüzden de Markalar tanımlanırken, LOVEMARKS kavramı yaratılmıştır. Lovemarks (Aşk markalarının) günümüze, ulaşabilmiş olmasının nedeni duyular ve sadakatle ilişkilendirilmiştir.Aşk markaları kısacık bir paragrafla anlatılmayacak kadar kapsamlı, ancak bir giriş için yeterlidir. Bugün size marka yazı dizisinin devamı niteliğinde ki, Bu ülkenin zenginliklerinden biri olan VAKKO markasının tarihine ve markalaşma sürecine tanık olacağız.
Pazarlama bilim dalında, ülkenin Zenginliği Sahip olduğu markaların değeriyle ölçülür. Moda , Parekende ve Mağazacılık alanında Türkiyenin en önemli değerlerinden biri olan VAKKO’nun tarihi bizimde tarihimize de ışık tutar.
Vakkonun kurucusu, Vitali Hakko 16 yaşında, iş hayatına başlar, Mahmutpaşada Spripos adlı tuafiyeciin yanında, sokakta durup müşterileri mağzaya çekmeye çalışmaktır ilk işi  Daha sonra çalıştığı mağaza Kupidis Şapka işine girer bu işin ayrıntılarını çözen Vitali askerlik sonrası, modern Türk Kadının giyimine katkıda bulunabilecek, kendi şapka mağazasını açar.
Girişimciliği ve yenilikçiliği hiç bitmez. Pazarda ki değişimleri önceden sezinleyerek önüne çıkan fırsatları iyi değerlendirir. Eşarp  işine girer. Fason  olarak ürettirdiği eşarpların tümüne Vakko markasını basar.Türkiye o yıllarda marka kavramıyla henüz tanışmamıştır.  Vitali Marka yaratmadaki ilk süreci standartlaşmayı getirerek başlatır.  Eşarplarda kalite standartını sağlar. Markasını korumak için bunula da yetinmez, eşarpların kenarına madeni bir vakko mühürü yerleştirir.Ve bu mühürün ne anlama geldiğini tüketicilere reklamlar aracılığla anlatır
VAKKO ilk defilesini 1955 yılında Taksim Belediyesi Beyoğlu gazinosunda gerçekleştirir. İkinci dünya Savaşının 10 yıl sonrasında Avrupa yaşam savaşı verirken, Vitali’de ki vizyonu düşünübiliyor musunuz?
1962 yılıa geldiğimizde parekendecilik adına ilk atılımın gerçekleştirir. 1962’de Beyoğlu mağazasını açar ve böylelikle Türkiyede ilk kez çok katlı mağazacılığı başlatmış olur. Vakko Beyoğlu, o güne kadar açılan, en büyük mağazalar arasında yer alır. Burada müşteriler ilk kez pazarlıksız satış, düzenli indirimli satış, satılan malın değiştirilmesi, geri alınması gibi çağdaş uygulamalar ile tanışır
O yıllarda üretim tesislerini önce Kurtuluşta genişletir,  daha sonrada Mertere taşır.
Vitali Hakkonun amacı, modayı  sınırlı sayıda kişinin ulaşabileceği bin unsur olmaktan çıkarıp daha geniş kitlelere yaymaktır. Bunu başarıncada “moda bir yaşam biçimidir” der. Ve giyim çok ötesine geçerek  çikolatadan, parfüme  ve dekorasyona kadar Vakko tarzını yerleştirmeye başlar.
İkinci Kuşak Cem Hakko markayı devraldığında markayı dinamik ve genç hale getirir. Vakko gençleşir  ve günceli yakalar. 1938 Doğumlu Vakko gibi köklü bir marka bir yandan devraldığı değerleri koruyarak , öte yandan marka kimliğini güncelleyerek devraldığı mirası yeni projeler ve ürün çeşidiyle sürdürür.Ve birçok yeniliklere ev sahipliği yapar.
2006 yılında ünlü moda tasarımcısı Zac Posen’in Vakko’ya özel yorumladığı kreasyonlar Zac Posen @ Vakko etiketi ile buluşur. Dünyaca ünlü top model Gisele Bundchen Vakko’nun kampanya yüzü olur.

2010 yılında gelin ve damat aileleri için her tür seremoniye uygun abiye, smokin, aksesuar, iç çamaşırı ve şapka seçeneklerini tek bir mağazada buluşturan Vakko Wedding House Akaretler açılır.
Kurulduğu günden bugüne, moda ve sanatı ayrılmaz bir bütün olarak gören Vakko bir çok ilke imza atmıştır.
Vakko’nun 1969 yılında kurulan Merter  fabrika binasının iç ve dış duvarlarını Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan İlhan Koman’a, Hasan Kavruk’tan Jale Yılmabaşar’a çok sayıda sanatçının kalıcı rölyefleri, heykel ve seramikleri bulunur .
Merter’deki bina satıldıktan sonra 2008 yılında üretim merkezi Esenyurt’a taşınınca, Merter’deki binanın duvarlarındaki sanat eserleri, duvarlar kesilerek Nakkaştepe’ye getirilmiş. Moda Merkezi’nin duvarlarına getirilmiş. Resim ve heykel koleksiyonu için de başka bir bölüm ayrılmıştır.
2012 yılında Moda Vakko Merkezi bünyesinde Nakkaştepe’de “Moda Merkezi” adı verilen yeni bir binasında “Vitali Hakko Kreatif Endüstriler Kütüphanesi” kurulur. Türkiye'de Kreatif Endüstriler adına açılmış ilk kütüphane olma özelliğini taşıyan bu çok özel mekan, moda, mimari, resim, tasarım, sinema,müzik gibi bir çok alanda geniş bir koleksiyona sahiptir. Kütüphane hlka açıktır ve  bu konulara ilgi duyan, araştırmaya meraklı olan herkes kütüphaneden yararlanabilir.
Yenilikçi tavrı sayesinde Vakko bugün bir yaşam biçimi bir markadır.Çikolatadan gelinliğe birçok elit hisse yaşatır müşterisine... Vakko bu ülke ile birlikte büyümüş ve sayısız katma değerde bulunmuştur. Bu yüzden Vakko bu ülkenin değeri ,zenğinliğidir.
 Düzenleyen Hazırlayan: Esra Türkal